BOLŞOY’DA BİR DATÇA SEVDALISI: ZEYNEP HALVAŞİ

Sedat Kaya

Aslında röportajlarda lafı fazla uzatmayıp, sözü konuğa vermek gerek ama karşımda öyle derya bir sanatçı var ki, biraz anlatmak gerekiyor. Konuğumuz Zeynep Halvaşi. Bir opera sanatçısı. Datça’da yaşayan Nazmiye Halvaşi’nin kızı. 1977 Artvin doğumlu. Sırasıyla Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Keman Bölümü, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi, Opera-Şan Bölümü mezunu. Mesleğe Ankara Devlet Opera ve Balesi korosunda koro sanatçısı olarak başladı. Şu an İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğünde koro sanatçısı olarak görevine devam etmekte. Zeynep Halvaşi paylaşılamayan bir mezzo soprano. Ama sadece operada değil. Bir bakıyorsunuz Zülfü Livaneli ile, bir bakıyorsunuz Fazıl Say ile, ya da Cengiz Özkan ile sahnede. Veya dünyanın sayılı sanat mabetlerinden Bolşoy Tiyatrosu’nda, Olten Filarmoni Orkestrası’nda, her sazda, her sözde, her makamda. Neşet Ertaş da var, Aşık Mahsuni de. Opera da var, şarkı da, türkü de, ağıt da. Halvaşi soyadı “lider” anlamına geliyormuş. Zeynep sahnede güçlü sesiyle lider gibi. Kararlı, tavizsiz, samimi. “Kalbiyle muhabbeti olmayanın şarkıcılığı samimi olmaz” diyen bir sanatçı. Bunca yoğun koşturmanın arasında bir de albüm çıkardı; Hazan Kadını. Neyse, sözü daha fazla uzatmadan konuğumuza verelim.

Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cengiz Özkan gibi ülkenin önde gelen sanatçılarıyla konserler verdiniz ve büyük beğeni topladınız. Bu üç değerli usta sanatçımızla sahne almak nasıl bir onur?

Bir şarkıcı olarak hayal edebileceğimin ötesinde bir mutluluk, onur. Hayranlıkla dinlediğim, takip ettiğim büyük sanatçılarla aynı sahnede olmak bir yanıyla ders gibi aslında. Her prova, her temsil yeni bir dünya. Sadece müziğe dair değil, edebiyata, şiire, tiyatroya dair yeni bir dünya. Donanıyorsunuz sanatın farklı alanlarıyla. Büyük bir öğreti, büyük bir zenginlik. Zamanda yolculuk, özellikle Sayın Zülfü Livaneli’nin müziği, anlatıları, çocukluğum, çocukluğumuz.

-Bazen opera, bazen türkü, bazen ağıt, bazen de koro. Her telden, her sesten söyleyabiliyorsunuz. Bu işin sırrı ne?

Çocukluğumdan beri türkülere, türk müziğine ilgim büyüktü. Kendimce söylemeye, yorumlamaya çalışırdım. Evimize hakim, kulağıma yer etmiş, sesime, içime işlemiş müziklerdi. Sonrasında klasik batı müziği eğitimiyle başlayan bambaşka bir derinlikle, müzikle gerçek anlamda tanıştım. Tüm farklılıklarına rağmen müthiş zengin bu sanatsal alanlar hayatımı, yüreğimi kavradı. Yaş aldıkça, yorumculuğum gelişmeye başladıkça şarkıcılığım da yolunu buldu. Sanırım bu farklılığın yansımaları bir bütün olarak beni, yorumculuğumu ve etkilerini oluşturdu.

-Troya Operası’nda 2000 yıl önce yaşamış Troyalı bir kadının ağıdını, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu “Leyla ile Mecnun”da Leyla’nın ağıdını, Zülfü Livaneli ile “Sevdalım Hayat”ta Melik Oğlan ağıdını söylediniz? Hepsi de yüreklere işledi. Ağıt söylerken, o yaşanmışlıkları yaşıyor gibisiniz.

Yaşadığımız, tanık olduğumuz, duyduğumuz, bildiğimiz kişisel ve toplumsal çok fazla acı var maalesef. İçimize, dokularımıza işlemiş acılar. Farkındaysanız, hayata dair konuları içselleştiriyorsanız, sorguluyorsanız yansımaması mümkün değil. Yüreğiniz, fikriniz, samimiyetiniz varsa o duygu bütünlüğü içinde söylüyorsunuz. Tekniği yok, yürekten gelen çığlık…

-Şarkı söylemek sizin için ne ifade ediyor. Bir iş mi, aşk mı, hobi mi?

Sanırım kendimi en iyi ifade etme şeklim, beni en net tanımlayan olgu. Kendimi bildim bileli şarkı söylüyorum, mırıldanıyorum. En sıkıntılı olduğum, en mutlu olduğum anlarda müziğe sarıldım, sarılıyorum. Bu şekilde sakinleşiyorum. Evet “aşk”… Ama sadece “aşk”la tanımlanamaz. Nefes gibi, hayat gibi… Çok kıymetli…

-Dünyanın en önemli sanat yapılarından biri olan Bolşoy Tiyatrosu’nda sahne almak nasıl bir duygu? 200 yıllık bir sanat mabedinde seyircinin karşısına çıktığınızda neler hissettiniz?

ymetli hocam, değerli orkestra şefi Maestro Bujor Hoinic’in bestelediği, Maestro Artun Hoinic’in librettosunu yazdığı TROYA epik opera Devlet Opera ve Balesi’nin en önemli prodüksiyonlarından biri. “Anlatılmaz yaşanır” derler ya, tam olarak öyle bir duyguydu. Sadece temsil anı değil, o sanatsal mabede girdiğimiz andan itibaren başka bir boyuta geçiyorsunuz. Tarihin içindesiniz ve bir sanatçı olarak eserin, o anların parçası olmak büyük gurur. Ve tabii temsil anında yaşadığım heyecanı unutmam mümkün değil. Sahneye adım attığımda nerede olduğunun farkında olmak. Bacaklarım titriyordu heyecandan. Sindire sindire yaşamak, söylemek istediğimi hatırlıyorum. Sonrasında gözlerimi kapattım ve ağıda başladım. Rüya gibiydi, anlatırken bile heyecanlanıyorum.

-Bir kadın olarak sizce müzik dünyamızda cinsiyet ayrımcılığı var mı?

Opera, bale, tiyatro alanında sahnede böyle bir ayrım yok. Zira mesleğimizin özü kadın erkek birlikteliği, yoldaşlığı üzerine kurulu ve böyle zenginleşiyor. Bu nokta da şanslı olduğumuzun farkındayım. Sadece müzik alanında değil, hayatın her alanında da ideal olan bu değil mi? Yan yana, denge içinde, eşit, adil bir birliktelik yürüyüş.

-Anneniz Nazmiye Halvaşi Hanımı biz tanıyoruz ama bir de sizden dinlemek isteriz. Ayrıca Datça sizin için ne ifade ediyor?

Annem benim her şeyim. En iyi dostum, en büyük destekçim, yoldaşım. Sadece “anne” olmadı, daha fazlasıydı her zaman. Benim yollarımı açan, beni yüreklendiren, olmazları olur kılan bir kadındır, rol modelimdir. Emeği çok büyüktür, ne kadar teşekkür etsem, ne yapsam yetmez. Çok şanslıyım çünkü O’nun kızıyım.

-Sürekli üreten, emek veren bir sanatçısınız? Bunca yoğun koşturmanın arasında ilk albümünüz “Hazan Kadını”nı çıkardınız. Albümün geri dönüşleri nasıl ve yeni albüm çalışmalarınız olacak mı?

“HAZAN KADINI” şarkıcılık yolunda geldiğim, ürettiğim çok kıymetli bir nokta. Tabi ki en büyük emek albümün müzik direktörü, besteleriyle, sözleriyle, düzenlemeleriyle ilmek ilmek “HAZAN KADINI”nı yaratan kıymetli dost, müzik insanı Maestro Oğuzhan Balcı’ya ait. Şarkıcılık yelpazemin ortaya çıktığı bir çalışmaya imza attık. Yılları, biriktirdiklerimi, öğrendiklerimi yansıtabildiğim bir çalışma. Benim için çok özel, çok kıymetli. Şimdilerde keyifle ve sabırla gelişmesini, daha çok dinleyiciye ulaşmasını bekliyoruz. Geri dönüşler çok olumlu. Emek veren, sesini, sazını, nefesini, ruhunu paylaşan herkesi yansıtan bir albüm oldu. Önümüzdeki aylarda konserlerle dinleyicilerimizle buluşmayı planlıyoruz.

-Datça’da olduğunuz bir dönemde Datça Kültür Sanat Dayanışması’nın bir etkinliğinde Datçalılarla birlikte şarkı söylemek ister misiniz?

Datça “ev” benim için , “anne evi”. İnsanın hayatında doğduğu yer kıymetlidir, anlamlıdır ama yaşadığı, nefes aldığı yer de önemlidir. Şımarabildiğim, tüm makyajlarımdan arınıp en doğal halimle olabildiğim, sanırım tekrar “çocuk” olabildiğim yer Datça. “Mavi”ye tekrar tekrar aşık olduğum… Datça şiir, Datça müzik, Datça edebiyat… Akdeniz ve Ege’nin sonsuzluğu.

Ve Datça’da şarkı söylemek çok özel… Çok isterim tabii ki.