“GALİLEO’NUN KORKUNÇ DÜŞÜNCELERİ”NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

M. Özgür Mutlu

Dadya Dostane sahnesinde Galileo’nun Korkunç Düşünceleri adlı oyunu izledim geçenlerde. Latif Tiftikçi’nin oynadığı tek kişilik oyunun yazar ve yönetmeni Erkal Umut.

Eskişehir Halk Sahnesi tarafından sergilenen bu oyunun Datça’nın kültür sanat etkinlikleri açısından en ölü döneminde buraya gelmiş olmasından dolayı son derece memnunum. Öğrendiğimize göre Eskişehir Halk Sahnesi birçok farklı oyunu memleketin farklı şehirlerinde sergileyen, sabahın erken saatlerinde ekmek sırasında bekleyenlere sokak oyunları oynayan, günümüzde ise atölye çalışmaları yapan bir toplulukmuş. Yaptıkları işe gönülden bağlı olan bu topluluğu tanımak ayrıca mutluluk verici.

Oyun konusu adından da anlaşılacağı üzere Galileo ve dönemi için korkunç sayılan düşünceleriyle ilgili. Tiftikçi’nin oyunun başından itibaren gitgide artan bir enerjisi vardı. Bu performansıyla tek kişilik bir oyunun hakkını fazlasıyla verdiğini söyleyebilirim. Oyunun içine girmek bu nedenle çok uzun sürmedi benim için. Anlatım biçimi olarak ise Brecht’in izinden giden, epik tiyatro anlayışının izlerini taşıyan bir oyun olduğu söylenebilir. Sözü eğip bükmeden, izleyiciyi büyülemeye çalışmadan mesajını vermek isteyen bir dil ile karşılaştık. Oyun sonrası fuayede yaptığımız sohbette de Latif Tiftikçi bunun bilinçli bir seçim olduğunu dile getirdi zaten. Oyunculuğun oyunun önüne geçmemesini arzuladıklarını da söyledi. Benim katıldığım bir görüş olduğunu pek söyleyemem.

Elbette toplumcu bir sanatın mesajı vardır, önemlidir, nihai amaç bu mesajın izleyicilere iletilmesidir. Ama bir oyuna sahnede can veren ana unsur olan oyuncunun zayıf olması ya da bilinçli olarak parlatılmaya çalışılmaması ne kadar doğru? Anlatım dilinden bağımsız olarak oyunun ve oyuncunun gücü iletilmek istenen mesajın izleyene ne kadar güçlü etki edeceğini de belirlemez mi? Ayrıca oyunculuğu parlatmak nedir ki, bunun için büyük tiratlar atmak, etkileyici bir bedensel performans sergilemek mi gerekir? Yoksa, gerektiğinde sadece oturup susarak da etkileyici bir oyunculuk sergilenebilir mi? Elbette sergilenir. Oyunculuğu oyunun önüne geçirmek istemedik demesine rağmen Latif Tiftikçi’nin başarılı bir oyunculuk sergilediğini söylemem gerekir. Seçilen minimal dekor, kostümlerin dönemin giysileri yerine günümüz giysilerinden seçilmesi, teleskobun ve diğer bazı dekorun güncel malzemeler olması, sözgelimi mektubu tutuşturmak için yüzyıllar önceki dönemde var olmayan çakmağın kullanılması ise bilinçli yapılmış, tercih edilen tiyatro anlayışının birer göstergesi. Hepsinin yerinde ve doğru kullanıldığını da düşünüyorum. Seyirciyle olan diyalog ve etkileşim de tadında bırakılmıştı.

Oyuncunun arada bir izleyicilere hitap etmesi, sürekli kurduğu göz teması ve sahneden inip Galileo’nun Kepler’e yazdığı mektuplarda onun suçlanmasını gerektiren bir şey olmadığını kanıtlamak için, inanmazsanız alın kendiniz okuyun diyerek bu zarfları birkaç izleyiciye vermesi oyuna dinamik bir hava da kattı.

Oyunu izlerken ben olsam daha farklı bir anlatım dili seçer miydim diye düşündüm. Sahnedeki Galileo’nun başından geçen olayları ve içine girdiği durumları geçmiş zaman çekimiyle ve normal bir tarih akışında hikâye etmesi zaman zaman belgesel havasının hissedilmesine neden olduğunu bir eleştiri olarak ortaya koymak isterim. Belgesel tadı veren bölümler çok uzun sürmese, genellikle Galileo’nun hayatındaki dönüm noktalarını imlerken belirip yok olsa da oyunun gücünü zayıflatan bir unsur. Yine de oyundan beni koparmadı.

Bu anlatımın sahnedeki Galileo’nun kendi kendine bir iç monolog olarak ilerlemesi, sözgelimi Ay’la konuşması ya da öte dünyadan seslenmesi gibi farklı tercihlerle yapılabileceğini düşünüyorum. Anlatımın böyle olması, öte yandan, tercih edilen tiyatro anlayışını sergilemede bir engel teşkil etmezdi ve oyuncuya performans anlamında daha geniş alan açabilirdi. Elbette yazar ve yönetmenin tercihidir, benimkisi sadece bir fikir, nasıl sonuç vereceğini gerçekleşmeden bilemeyiz.

Öte yandan anlatının en keyifli taraflarından biri, hikâyeyi zamanlar üstü bir ölçekte dile getiriyor olması. Oyun yirminci yüzyılda Ay’da yapılan farklı ağırlıktaki nesnelerin aynı anda yere düşeceğini ispatlayan deneyin video görüntüleri ile açılıyor, yine arada bir şimdiki zamana atıfta bulunuluyor (O zamanlar keşfedilmemiş olan ışıklı cismin Halley kuyrukluyıldızı olduğunun telaffuz edilişi gibi). Bu sayede aslında seyircinin aklında en çok beliren fikre uygun bir atmosfer oluşturulmuş oluyor, o da şu ki Galileo’nun gerçekleri dile getirdiği için tutucu ve yobaz anlayış tarafından baskı altına alınması, cezalandırılması gibi hususların günümüzde hala farklı şekillerde devam ediyor, günümüz ilerici ve aydınlarının, zaman zaman biliminsanlarının benzer bir mücadele içinde oluşunu hatırlatması. Bir yandan da bunun diyalektik bir kural olarak böyle olması gerektiği ve eninde sonunda dogmanın değil bilimin galip geleceği fikri. Oyunu izlerken aklıma şu da geldi, biz nasıl şimdilerde Galileo’nun yaşamını izlediğimizde günümüzle özdeşlikler kuruyor, haklılığının artık kabul ediliyor oluşunu, gerçeklerin gizlenemeyeceğini, mücadelenin sürdüğünü düşünüyoruz, acaba Galileo’nun yaşadığı dönemde, yani yüzlerce yıl önce şimdiki zamanda yaşananlar bir tiyatro oyunu olarak sergilenseydi o zamanın izleyiciler ne düşünürler, ne hissederlerdi. İki düşünce at başı giderdi herhalde, şimdikinden farksız olarak, gerçeğin er ya da geç ortaya çıkacağı ve gericilerle ilericilerin arasında her zaman amansız bir mücadele olacağı, bu mücadelede iktidarı elinde tutan muhafazakâr, tutucu erkin her dönem ilericilere ve farklı fikirlere düşmanlığının devam edeceği.

Sonuç itibariyle kendi belirlediği amaca ulaşan, oyunculuk bakımından da başaralı bulduğum oyun beni oldukça tatmin etti. Eskişehir Halk Sahnesi gibi toplulukların ve bu tür topluluklara ev sahipliği yapacak Dadya Dostane gibi mekanların çoğalmasını diliyorum.